“2008 Yunus Nadi Roman
Ödülü’nü kazanan Pembe Otobüs,
12 Eylül sonrası karmaşasında yetişen apolitik steril gençlerin romanı.”
Kitabın arka
kapağındaki tanıtım yazısında böyle bir ifade geçiyor; ama kitabın politik bir
söylemle pek alakası yok. Aklıma Mor ve Ötesi’nin “muhalif” müzikler yapan grup
diye lanse edilmesi geliyor, aynı tarzda, araya serpiştirilmiş birkaç belli
belirsiz eleştiri ile eser politik bir duruş kazanıyor sanki.
Olabilir, kitabı zaten
politik, toplumsal bir eleştiri getirdiği beklentisiyle okumamıştım. Benim
istediğim modern edebiyatımız vasıtasıyla insanları anlamak, özellikle
ülkemizin, bugünün yani 2000’lerin insanlarını anlamak. İçinde bulunduğum güruh
ne yer, ne içer, ne yapar, nasıl düşünür, nasıl yaşar, nasıl sever, nasıl üzülür
vb. bunları bir de romanlardan okumak istiyordum. Yoksa eskiden İstanbul’da
gazinolar varmış, insanlar sıraya girmek için bahçelerinde uyurmuş, kadınlar
dolmalar sarar, börekler açıp getirirmiş vs. Elbette o günlerde televizyon da
yokmuş, internet, gazete, dergiler, müzik çalarlar, haliyle insanların
eğlenceleri böyle şeylermiş. Ama bugün artık var, bu gün başka.
Kitabımıza geri
dönersek akıcı bir dili, ironik anlatımları var. Romanda üniversite çağında 2
erkek 1 kız arkadaş 3 kişinin yaşamları anlatılıyor. Orta halli bir oğlan, onun
zengin arkadaşı ve Almanya’dan gelen akıllı, güzel, süper bir kızın yaşantısı.
Elbette bizim tahmin edeceğimiz anlamda bir yaşam öyküsü anlatılmıyor, bu 3
arkadaş köşklerinde eğlence içinde bir hayat sürüyor, zengin çocukla Almanya
doğumlu kız sevgili oluyor, öteki oğlan da onların yanında takılıyor, bu iki
sevgilinin aşklarını anlatıyor. Bu açıdan gerçekten steril bir roman, kaldı ki
zaten bu karakterlerden de politik olmaları beklenemezdi. Bunun yanında romanda
bir de “diğer” üniversite arkadaşları var, ki artık 40’lı yaşlarına
gelmişlerdir, onlar hakkında oldukça eleştirel bir dille küçük-burjuva yaşantıları
eleştirilmektedir. Onların futbol konuşmaları, bitmeyen diyet muhabbetleri,
özenti davranışları, kadınların kocalarına egemen olma durumu, kocalardaki
basiretsizlik vb.
Bu “sıradan”
diyebileceğimiz insanların böyle sert eleştirileri hak ettiklerini
düşünmüyorum. Onlar da tüm olumsuz özelliklerine karşın bir halk kesimidir,
onların böylesine sert bir eleştirisi toplumu tanımamaktır. Ama başta dediğim
gibi, farklı beklentilerim yok, yazar kendi bakış açısıyla bir şeyleri
anlatmış, rahatsızlıklarını dile getirmiş.
(Not: Aşağıda
yazılanlar kitabın içeriği ile ilgili bilgiler içermektedir.)
Bence bu romanın can
alıcı noktalarından biri anlatılan aşk hikayesidir.. İki sevgili birbirini çok
sever, çok mutlu anlar yaşarlar; fakat oğlanın annesi kızı istememektedir,
kızın parası için bu ilişkiyi yaşadığını ve servetlerine göz koyduğunu
düşünmektedir. Kızdan ayrılması yönünde oğluna baskı kurar ve oğlan tereddüte
düşer, bu tereddüt ilişkilerini yaralar ve bir sürecin sonunda ayrılırlar. Bu
ayrılıktan sonra kadın ve erkeğin yaşadığı çok farklıdır. Kadın bu ilişkiyi
artık kafasında bitirmiştir, eski sevgilisini özlememektedir, merak etmemektedir
vs. Adamsa kolay yolu seçmiştir, ayrılsa bile yine mutlu olabileceğini
düşünmüştür. Oysa eski sevgilisini unutamaz, kadının yaptığı gibi kafasında
ilişkiyi bitiremez. Sevdiği kadını düşünür, onu merak eder, onu özler. Verdiği
kararla sevgilisini kaybettiğinin farkında değildir, bu ilişkiyi sürdürmeye
cesaret edememiştir ve bu durum sevgilisini kaybetmesine neden olmuştur. Adam belki bu kaybın büyüklüğünün farkında
değildir, belki ayrılık kararını bir deneme olarak görmüştür, canı çok yanarsa
eski mutlu günlerine dönebileceği ihtimalini düşününmüştür vs. fakat zaman
geçtikçe bunun kendi düşündüğü gibi olmadığını görmek adamı büyük bir bunalıma
sokar. Verdiği kararın yıkıcılığını görmek ve gerçeği kabullenmek zamana
yayılmış ve uzun süreli bir mutsuzluğa sürüklemiştir adamı.