10:28
0
“2008 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan Pembe Otobüs, 12 Eylül sonrası karmaşasında yetişen apolitik steril gençlerin romanı.”
Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında böyle bir ifade geçiyor; ama kitabın politik bir söylemle pek alakası yok. Aklıma Mor ve Ötesi’nin “muhalif” müzikler yapan grup diye lanse edilmesi geliyor, aynı tarzda, araya serpiştirilmiş birkaç belli belirsiz eleştiri ile eser politik bir duruş kazanıyor sanki.

Olabilir, kitabı zaten politik, toplumsal bir eleştiri getirdiği beklentisiyle okumamıştım. Benim istediğim modern edebiyatımız vasıtasıyla insanları anlamak, özellikle ülkemizin, bugünün yani 2000’lerin insanlarını anlamak. İçinde bulunduğum güruh ne yer, ne içer, ne yapar, nasıl düşünür, nasıl yaşar, nasıl sever, nasıl üzülür vb. bunları bir de romanlardan okumak istiyordum. Yoksa eskiden İstanbul’da gazinolar varmış, insanlar sıraya girmek için bahçelerinde uyurmuş, kadınlar dolmalar sarar, börekler açıp getirirmiş vs. Elbette o günlerde televizyon da yokmuş, internet, gazete, dergiler, müzik çalarlar, haliyle insanların eğlenceleri böyle şeylermiş. Ama bugün artık var, bu gün başka.
Kitabımıza geri dönersek akıcı bir dili, ironik anlatımları var. Romanda üniversite çağında 2 erkek 1 kız arkadaş 3 kişinin yaşamları anlatılıyor. Orta halli bir oğlan, onun zengin arkadaşı ve Almanya’dan gelen akıllı, güzel, süper bir kızın yaşantısı. Elbette bizim tahmin edeceğimiz anlamda bir yaşam öyküsü anlatılmıyor, bu 3 arkadaş köşklerinde eğlence içinde bir hayat sürüyor, zengin çocukla Almanya doğumlu kız sevgili oluyor, öteki oğlan da onların yanında takılıyor, bu iki sevgilinin aşklarını anlatıyor. Bu açıdan gerçekten steril bir roman, kaldı ki zaten bu karakterlerden de politik olmaları beklenemezdi. Bunun yanında romanda bir de “diğer” üniversite arkadaşları var, ki artık 40’lı yaşlarına gelmişlerdir, onlar hakkında oldukça eleştirel bir dille küçük-burjuva yaşantıları eleştirilmektedir. Onların futbol konuşmaları, bitmeyen diyet muhabbetleri, özenti davranışları, kadınların kocalarına egemen olma durumu, kocalardaki basiretsizlik vb. 
Bu “sıradan” diyebileceğimiz insanların böyle sert eleştirileri hak ettiklerini düşünmüyorum. Onlar da tüm olumsuz özelliklerine karşın bir halk kesimidir, onların böylesine sert bir eleştirisi toplumu tanımamaktır. Ama başta dediğim gibi, farklı beklentilerim yok, yazar kendi bakış açısıyla bir şeyleri anlatmış, rahatsızlıklarını dile getirmiş.
(Not: Aşağıda yazılanlar kitabın içeriği ile ilgili bilgiler içermektedir.)
Bence bu romanın can alıcı noktalarından biri anlatılan aşk hikayesidir.. İki sevgili birbirini çok sever, çok mutlu anlar yaşarlar; fakat oğlanın annesi kızı istememektedir, kızın parası için bu ilişkiyi yaşadığını ve servetlerine göz koyduğunu düşünmektedir. Kızdan ayrılması yönünde oğluna baskı kurar ve oğlan tereddüte düşer, bu tereddüt ilişkilerini yaralar ve bir sürecin sonunda ayrılırlar. Bu ayrılıktan sonra kadın ve erkeğin yaşadığı çok farklıdır. Kadın bu ilişkiyi artık kafasında bitirmiştir, eski sevgilisini özlememektedir, merak etmemektedir vs. Adamsa kolay yolu seçmiştir, ayrılsa bile yine mutlu olabileceğini düşünmüştür. Oysa eski sevgilisini unutamaz, kadının yaptığı gibi kafasında ilişkiyi bitiremez. Sevdiği kadını düşünür, onu merak eder, onu özler. Verdiği kararla sevgilisini kaybettiğinin farkında değildir, bu ilişkiyi sürdürmeye cesaret edememiştir ve bu durum sevgilisini kaybetmesine neden olmuştur.  Adam belki bu kaybın büyüklüğünün farkında değildir, belki ayrılık kararını bir deneme olarak görmüştür, canı çok yanarsa eski mutlu günlerine dönebileceği ihtimalini düşününmüştür vs. fakat zaman geçtikçe bunun kendi düşündüğü gibi olmadığını görmek adamı büyük bir bunalıma sokar. Verdiği kararın yıkıcılığını görmek ve gerçeği kabullenmek zamana yayılmış ve uzun süreli bir mutsuzluğa sürüklemiştir adamı.