Stoacılık ilk olarak antik Yunan
devletlerinin parçalandığı, Aristotales ve Büyük İskender'in ölümünün ardından
Yunan şehir devletlerinin gerilemeye başladığı bir dönemde
ortaya çıktı. Atina'daki yaşam kalitesi ve kültür yerini daha düşük bir ahlak seviyesine bırakmış, önceki düzenin
samimiyeti ve evrenselliği bozulmuştu. Benzer şekilde stoacılığın Roma
İmparatorluğundaki yükselişi de yine bir gerileme döneminde geldi. En büyük
stoacı düşünürlerden imparator ve filozof Marcus Aurelius, ki kendisi Roma'nın
son iyi hükümdarı olarak anılır, bütün ömrünü Cermen kabileleriyle savaşmakla
geçirdi. Büyük bir devlet adamı, kumandan ve filozoftu. Onun zamanında
Roma'nın eski görkemli günleri geride kalmaya başlamış, ülke birçok sorunla
boğuşmaktaydı. Bu imparator yaşadığı oldukça zorlu koşulları stoacı felsefenin
öğretileriyle, ülkeyi ve belki de kendini yöneterek geçirdi. Bu dönemde
bitmek bilmeyen savaşlar, isyanlar, veba salgınları, ekonomik çöküş vardı. Kuzeyde
Cermen kabilelerinin saldırılarının ardı arkası kesilmiyordu, Doğu'da Perslerin
tehdidi sürüyordu ve yaşananlardan memnun olmayıp iktidar için fırsat kollayan
senatörler puslu bir havada bekliyordu.
Stoacılık pasif bir yaklaşım değildi,
fakat dışarıda işler kötü gittiği için özellikle insanın kendisine
odaklanmasını öğütleyen bir düşünceydi. Bir çöküş dönemi felsefeydi ve bunun
tam karşısında yükseliş dönemi felsefesi olan aydınlanmacılık duruyordu. Aydınlanmacılıkta
iyiye, güzele olan ilgi ve sevgi; stoacılarda dünyanın ve insanların aslında
kötü olduğunu ve mutlu olmak için bunu kabul etmek gerektiğine götürdü.
Aydınlanmacı dönemde insanlar doğayı
değiştirip daha mutlu yaşamayı düşünürken gelinen noktada onu değiştirmek
yerine onunla uyum içinde yaşamanın önemli olduğunu gördüler, ya da mutluluk
getireceğini düşünmeye başladılar. Sanki evet yapacak bir şey yok bari olanla
yetinelim gibisinden. Tüketmek yerine minimalist ve alçak gönüllü bir yaşama
gittiler, eskiden üretimin verdiği coşku dünyayı bir çöplüğe çevirmişken, mutluluğumuzun
maddi şeylere bağlı olmadığını, tek başına var olmanın mutlu olmak için yeterli
olacağını düşündüler.
Aydınlanmacı gelenekten gelen bir neslin
coşkusu söylemden ileri gitmemeye başlamamıştı. Dünyanın ya da insanların kötü
bir yer olacağını düşünemeyen, geleceğe umutla bakan bu kişiler yaşadıkları hayal kırıklıkları
karşısında kendi içine kapanma ya da bunalıma girme durumlarıyla karşı karşıya
kalmışlardı. Yardımlarına modern bilişsel davranışçı psikolojinin atası sayılabilecek bir düşünce
yapısı koştu, stoacılık. Başımıza gelen şeyleri değiştiremeyiz ama
bunlara yaklaşımımızı değiştirebiliriz. İşte Kıbrıslı Zenon'un gemileri batmış,
bütün mal varlığını kaybetmiştir. Ne kalmıştır geriye? Gerçek olanı değiştirmek
yerine onu olduğu gibi kabul etmek üzerine bir düşünüştür.
Antik stoacı filozoflar doğanın ve
dünyanın bir sebep sonuç ilişkisi içerisinde çalıştığını biliyorlardı. Rasyonel
bilimin kurucuları Sokrates ve Platon gibi filozoflardan etkilenmişlerdi. Gerçekleşen her şeyin bir nedeni vardı ve
insan bu nedeni anlayabilirdi. İnsan da bu doğal yasaların içinde yaşayan bir
canlıydı ve eğer bu yasaları anlar, buna göre hareket ederse mutlu olurdu, aksi
takdirde yanılması ya da kendini kandırması ve hata yapması kaçınılmazdı. Öfke
ya da hayal kırıklığının nedeni de insanın kendisidir, çünkü o olacakları
görememiştir, hayat kendi beklentilerinin aksine bir sürü istenmeyen şeyle
doludur, yaşadıkça buna uygun önlemler geliştirirsin ve iyi bir yaşam geçirmeye
çalışırsın.
Aydınlanmacı dönemde insanlar kardeştiler,
korkmalarını gereken pek bir durum yoktu, korku akıllarına gelmezdi,
umutluydular. Fakat stoacı dönemde insanlar, dış dünyanın kötülükleri
karşısında korkularıyla baş edebilmeyi, cesur olmayı öğrendiler. Korkma dediler
kendilerine, korkacak ne vardı ki? Erdem, tolerans ve kendini kontrol etme gibi
özellikler geliştirdiler.
Mesela bu düşünceden birkaç özlü söz:
"Senin
huzursuzluğun başkalarıyla değil, kendi kendinle bağdaşamadığın içindir..."
Epiktetos
"Depremden,
sellerden korkuyorsan kendini çok önemsiyor olmalısın." Seneca
“Senin
bardağını kırdıkları vakit, komşunun bardağı kırıldığı kadar sakin olmalısın.”
Epiktetos
“Biraz zaman geçsin her şeyi unutacaksın,
biraz zaman geçsin her şey seni unutacak. “ Marcus Aurelius
Iustinianos, bizim Bizans dediğimiz
Roma'da Stoacılığı ortadan kaldıran imparator oldu. Bu yalnızca Hristiyan
düşüncesini yaymakla ilgili değildi, bir düşüncenin anti-tezini savunmak gibi,
Bizans'ın ve insanlık tarihinin en büyük hükümdarlarından oldu. Roma hukukunu geliştirdi,
Ayasofya'yı inşa ettirdi, İstanbul'a suyolları yaptırdı, İtalya ve Afrika
kıyılarını fethetti. Herkesin karşı çıkmasına karşın efsane bir kadın olan
Teodora ile evlendi. Perslilerle savaştı, büyük komutanlar yetiştirdi.
Stoacılığın bütün o mütevazi yaşamını yıkan bir tarzda yaşadı. Hazinesinde
amcasının biriktirdiği bütün altınları harcayıp yaptı tüm bunları.