Bir
ülke, bir zamanlar büyük siyasi çalkantıların içinden geçiyormuş. Toplumsal
adaletsizliğin en üst düzeyde olduğu bu dönemde, sıradan bir yaşantısı varken
insanların bir anda hayatları mahvolabiliyormuş. Evsiz kalıyor, hapse giriyor, yiyecek
ekmek bulamayacak hale düşebiliyorlarmış. Geriye kalanlarsa bu sefalet
karşısında insanlığını kaybettirmek suretiyle terbiye ediliyormuş. Herkes kendi
derdi içinde bu olanlara kayıtsız kalmayı öğrenmiş, sesi çıkmıyor ve adeta bu
adaletsizliği perçinlercesine haksızlığın savunuculuğunu yapabiliyormuş.
İnsanlar empati duygularını, acıma ve iyilik duygularını kaybetmiş bir şekilde
kapılarını daha da sıkı kapatıyormuş gelenlere. Düşene vurmayı da öğrenmişler. Bu
koşullarda öyle insanlar türemiş ki, yalanın, ikiyüzlülüğün, aldatmalarının
hesabı yokmuş. Paradan başka bir şeyi gözleri görmezmiş. Bir o kadar da
pişkinmişler.
Victor
Hugo'nun romanında bu ülke 1830'lu yılların Fransa'sı, Fransız devrimini
yaşamış, Napolyon savaşlarıyla tükenmiş, monarşi ile cumhuriyet arasında siyasi
belirsizliğin içinde sanayi devrimini yaşayan bir ülke.
(Victor Hugo)
Romanda
kendi halinde kız kardeşi ve onun çocuklarına bakan bir adam, Jean Valjean,
kışın aç kalınca ekmek çaldı diye hapse mahkum edilir. Cezası hapisten kaçma
girişimleriyle 19 yıl kürek mahkumiyetine döner...
(Jean Valjean Piskopos'un sofrasında)
Hapisliği
bitince yolu bir din adamının yanına düşer. Bunca karanlığın, kötülüğün içinde
iyi kalpli bir piskoposa rastlar. Bu rastladığı kişi öyle bir din adamıdır
ki, devletin kendisine bağladığı maaşın çoğunu muhtaçlara verir ve kalan az
kısmıyla kendisi fukara bir hayat yaşar. Yüksek bir din görevlisidir,
ekselanstır ama devletin tahsis ettiği arabayı kullanmaz, tek başına yollara
gider, hırsızdan, hayduttan korkmaz, Tanrıya sığınır bir tek. Emanet değil
midir sanki bu canımız? İşte böyle sonsuz iyilikte insanları gösterir bize
roman. Romantizm denilip geçilemeyecek kadar gerçektir.
Piskopostan başka Fransız devriminde milletvekilliği yapmış bir konvansiyoncunun kısa
öyküsü anlatılır. Devletin hazinesi emrindeyken Arbre-Sec sokağında yemek yiyen
bir adamdır. Onun zamanında devletin hazinesi altın ve gümüşlerle o kadar
doludur ki yıkılmasın diye duvarlara payandalar vurmak zorunda kalırlar. Minik
Cosette vardır, zavallı küçük kız. 5 yaşında üvey anne ve babası tarafından
hizmetçilik yaptırılan, dövülen, oynayacak bebeği olmayan küçük kız çocuğu.
Büyüyünce güzeller güzeli Cosette olur, tıpkı masallardaki gibi, onu seven,
gururlu, utangaç, yiğit bir Marius vardır. Marius da dedesinden tek kuruş para
almadan çevirmenlik yaparak yaşamını sürdürür. Dedesi de iyi kalplidir aslında.
Ve Marius'un kendi gibi yiğit arkadaşları vardır, Fransız devriminin idealleri
için barikatlarda dövüşen üniversite öğrencileri. Zavallı bir Fantine vardır,
varlıklı bir oğlanı sever ama oğlan için yalnızca bir maceradır. Bu macera
Fantine'in sonunu getirir.
Dilencilerin,
mahkumların, yiyecek ekmeği olmayanların yürek burkan hikayesidir Sefiller
romanı, bu destanı okumanızı tavsiye ederim.
Ek.1: 2012 Hollywood yapımı bir film
uyarlamasının fragmanı: https://www.youtube.com/watch?v=YmvHzCLP6ug
Ek.2: Romandaki karakterlerin isimlerinin
telaffuzları. https://soundcloud.com/barricade-on-a-cloud/how-to-pronounce-the-name-of