15:46
0
Bir ülke, bir zamanlar büyük siyasi çalkantıların içinden geçiyormuş. Toplumsal adaletsizliğin en üst düzeyde olduğu bu dönemde, sıradan bir yaşantısı varken insanların bir anda hayatları mahvolabiliyormuş. Evsiz kalıyor, hapse giriyor, yiyecek ekmek bulamayacak hale düşebiliyorlarmış. Geriye kalanlarsa bu sefalet karşısında insanlığını kaybettirmek suretiyle terbiye ediliyormuş. Herkes kendi derdi içinde bu olanlara kayıtsız kalmayı öğrenmiş, sesi çıkmıyor ve adeta bu adaletsizliği perçinlercesine haksızlığın savunuculuğunu yapabiliyormuş. İnsanlar empati duygularını, acıma ve iyilik duygularını kaybetmiş bir şekilde kapılarını daha da sıkı kapatıyormuş gelenlere. Düşene vurmayı da öğrenmişler. Bu koşullarda öyle insanlar türemiş ki, yalanın, ikiyüzlülüğün, aldatmalarının hesabı yokmuş. Paradan başka bir şeyi gözleri görmezmiş. Bir o kadar da pişkinmişler. 




Victor Hugo'nun romanında bu ülke 1830'lu yılların Fransa'sı, Fransız devrimini yaşamış, Napolyon savaşlarıyla tükenmiş, monarşi ile cumhuriyet arasında siyasi belirsizliğin içinde sanayi devrimini yaşayan bir ülke.

(Victor Hugo)

Romanda kendi halinde kız kardeşi ve onun çocuklarına bakan bir adam, Jean Valjean, kışın aç kalınca ekmek çaldı diye hapse mahkum edilir. Cezası hapisten kaçma girişimleriyle 19 yıl kürek mahkumiyetine döner...
















(Jean Valjean Piskopos'un sofrasında)


Hapisliği bitince yolu bir din adamının yanına düşer. Bunca karanlığın, kötülüğün içinde iyi kalpli bir piskoposa rastlar. Bu rastladığı kişi öyle bir din adamıdır ki, devletin kendisine bağladığı maaşın çoğunu muhtaçlara verir ve kalan az kısmıyla kendisi fukara bir hayat yaşar. Yüksek bir din görevlisidir, ekselanstır ama devletin tahsis ettiği arabayı kullanmaz, tek başına yollara gider, hırsızdan, hayduttan korkmaz, Tanrıya sığınır bir tek. Emanet değil midir sanki bu canımız? İşte böyle sonsuz iyilikte insanları gösterir bize roman. Romantizm denilip geçilemeyecek kadar gerçektir.




Piskopostan başka Fransız devriminde milletvekilliği yapmış bir konvansiyoncunun kısa öyküsü anlatılır. Devletin hazinesi emrindeyken Arbre-Sec sokağında yemek yiyen bir adamdır. Onun zamanında devletin hazinesi altın ve gümüşlerle o kadar doludur ki yıkılmasın diye duvarlara payandalar vurmak zorunda kalırlar. Minik Cosette vardır, zavallı küçük kız. 5 yaşında üvey anne ve babası tarafından hizmetçilik yaptırılan, dövülen, oynayacak bebeği olmayan küçük kız çocuğu. Büyüyünce güzeller güzeli Cosette olur, tıpkı masallardaki gibi, onu seven, gururlu, utangaç, yiğit bir Marius vardır. Marius da dedesinden tek kuruş para almadan çevirmenlik yaparak yaşamını sürdürür. Dedesi de iyi kalplidir aslında. Ve Marius'un kendi gibi yiğit arkadaşları vardır, Fransız devriminin idealleri için barikatlarda dövüşen üniversite öğrencileri. Zavallı bir Fantine vardır, varlıklı bir oğlanı sever ama oğlan için yalnızca bir maceradır. Bu macera Fantine'in sonunu getirir. 

Dilencilerin, mahkumların, yiyecek ekmeği olmayanların yürek burkan hikayesidir Sefiller romanı, bu destanı okumanızı tavsiye ederim.  

Ek.1: 2012 Hollywood yapımı bir film uyarlamasının fragmanı: https://www.youtube.com/watch?v=YmvHzCLP6ug


Ek.2: Romandaki karakterlerin isimlerinin telaffuzları. https://soundcloud.com/barricade-on-a-cloud/how-to-pronounce-the-name-of